16 Mayıs 2012 Çarşamba

Tribünlerin en büyük sorunu: Polis Şiddeti!

Tribünlerin var olduğu günden bugüne tartışmasız en büyük problemlerinden biri taraftara uygulanan polis şiddeti. En son oynanan Fenerbahçe - Galatasaray Süper Final  maçının ardından yeniden gündemimize oturan bu problem, tribünlerin maalesef ki sergileyemediği ortak duruştan sebep gün geçtikçe büyüyor. 

Sadece tribünlerde değil, hemen hemen her toplumsal harekette uygulanan "orantısız güç" iş tribünlere gelince iyice zıvanadan çıkıyor. Belki de Türkiye'nin en büyük sivil toplum örgütleri olan tribün grupları, iş polise karşı hak aramaya gelince sus pus oluyorlar. Maruz kalınan şiddetin boyutu ne olursa olsun, en fazla 1-2 maç o da tezahürat yapılarak tepki verilip, unutuluyor. Bunun en büyük kanıtı İstanbul'da oynanan Galatasaray-Fenerbahçe Kadın basketbol Final Eight organizasyonunda Galatasaray taraftarının maruz kaldığı şiddetin ardından, bugün sosyal medyada  Fenerbahçe - Galatasaray Süper Final  maçında yaşanan polis şiddeti görüntülerinin karşı tarafla alay malzemesi olarak kullanılmasıdır. Aynı şeyi Fenerbahçe tribünleri "Sulu maç" diye tabir edilen 2007'deki  Galatasaray -Fenerbahçe maçının ardından yapmıştır. 

Taraftarlar birbiriyle uğraşırken, tribünleri "ehlileştirmeye" yemin etmiş devlet, gözümüzün içine baka baka 6222 sayılı Sporda Şiddet ve Düzensizliği Önleme Yasası ile polisin elini daha da güçlendirmiş ve adeta hepimizi tribünlerde sırasını bekleyen kurbanlık koyunlara çevirmiştir. Rakip taraftara karşı her durumda yaratabildiğimiz örgütlülüğümüz, ortak taleplerimizi dile getirmekte o kadar güçsüzdür ki, şike soruşturmasının ardından futbol ulemalarının birden aklına gelen "Bu yasa haddinden fazla ağır" fikriyle, yasanın taraftar ile ilgili kısımlarına hiç dokunulmadan, yasa futbol egemenleri için yeniden yapılandırılmıştır. Sadece kendi kuyruklarına basıldığında bağırıp-çağıran tribünler (-ki bugün bunun örneği Fenerbahçe Tribünleridir.) içinde bulunduğumuz durumun en büyük sorumlularıdır. 5 bin kişinin içinden adam alan polisin bugün en çok güvendiği şey, o tribünde 5 bin kişilik bir topluluk değil, 5 bin ayrı birey olmamızdır. Hala daha tribünlerimizde, "Çevik kuvvet x desene!" diye tezahürat yapılıp, polis rakip tribünlere saldırırken "Vur! Vur!" diye tempo tutulmaktadır. Tribün hiyerarşisinde yukarıda olan kişilerin Polisle olan içli dışlı halleri, görüntülerden kimlik tespiti yapabilmek için polis tarafından cd'lerin gönderildiği "tribün muhbirleri", birbirine yabancılaştırılmış tribün bireyleri Türk tribünlerinin elini bir hayli zayıflatmaktadır.

Oysa ki, nicel çokluğumuzun yanına "ultras" bir duruş ekleyip yapılan her türlü hukuksuzluğa ve zorbalığa karşı hakkımızı hep birlikte arasak ne bu kadar arkadaşımızın canı yanacak ne de polis bizim örgütsüzlüğümüzden yüz bulup bize karşı bu kadar pervasızlaşabilecek. Bizi bitirmek için yasa çıkaran, sonradan bu yasayı kendi çıkarları doğrultusunda değiştiren futbol egemenlerine karşı bizler de kendi mevzilerimizi oluşturmalıyız. Renk ayırt etmeksizin oluşturulacak bir ortak platform ve bu platformun bünyesinde kurulacak yine taraftarlardan oluşan bir hukuk departmanı haklarımızı aramamız için atacağımız ilk adım olmalı.

25 Nisan 2012 Çarşamba

Şike konusunda halkın kararı net!

SİZCE FUTBOL DA ŞİKE YAPILDI MI?

Yukarıdaki istatistik GENAR adlı Türkiye'nin en büyük araştırma şirketlerinin 25 Nisan itibarı ile yayınladığı bir anketten. Anket gösteriyor ki futbol egemenleri, zaten etkilenmeye dünden razı olan Fenerbahçe kitlesinin bir kısmı haricinde halkı kandırmayı başaramamış. Tarih futbolumuza bu lekeyi sürenleri elbet yargılayacaktır.

20 Nisan 2012 Cuma

19 Nisan 2012 Perşembe

Kardeşliğimiz, Herşeyimiz!

Tribünümüzün içerisinde bulunduğu gerileme dönemiyle birlikte, farklı semtler ve arkadaş gruplarının da birbirleriyle olan ilişkileri bu gerileme dönemine paralel olarak hatırı sayılır derecede zararlar gördü. Birbiriyle omuz omuza olmak için can atan bir sürü insan, bu süreçte  yaratılan ön yargılar, ağızdan ağza dolaşırken dallanıp budaklanan aslı astarı olmayan söylentilerden sebep birbirlerine olması gerekenden çok daha başka gözlerle bakar oldular. Söylerken bizi yaralasa da "çekememezlik" Galatasaray tribünlerinin bir numaralı hastalığı haline geldi. Tribünlerimizi bugüne kadar ayakta tutan "kardeşlik" olgusu büyük zarar gördü.

Kağıt üzerinde tek bir tribün grubu olan bu tribünün aslında kafalarında yaşadığı bölünmüşlük ve iletişimsizlik insanların aralarındaki problemlerini çözmelerinin de önüne geçti. Her geçen gün birbirlerinden uzaklaşan insanlar Galatasaray tribünlerinin yapı taşı olan kardeşliğinde günden güne kaybolmasına engel olamadılar. Gelinen nokta hala bu kara tabloyu görmek istemeyenlerden dolayı insanları çözümsüzlüğe ve tarif edilemez bir umutsuzluğa itmiştir. Bu çözümsüzlük ve umutsuzluk herkesin kendi nefretine sarılmasına ve onu beslemesine neden olmuştur. Tüm bunların inkarı ise bu süreci derinleştiren ve herşeyi içinden çıkılmaz hale getiren yegane şeydir. Bizler, yaşadığımız kamplaşmalardan dolayı elimizde bulundurduğumuz gücün ne olduğunu dahi unutmuş durumdayız. Mevcut durum içerisinde "bana dokunmayan yılan bin yaşasın!" zihniyetinde olan herkes bu durumdan sorumludur. Bir zamanlar karşısında dünyanın titrediği, mabedinden cehennem, tribününden zebaniler olarak bahsedilen Galatasaray tribünleri bulunduğu bu iç açıcı olmayan durumun içinden çıkacak kudrete ve güce sahiptir.

Her şeyi eskisinden daha iyi hale getirmenin ilk ve en önemli adımı tüm bu gerileme sürecinin objektif bir öz eleştirisini yapmaktan geçer. İnsanlar arasındaki güven ortamını tekrardan tahsis etmek, bu tribüne kardeşliği geri getirmenin öz eleştirinin ardından ikinci adımı olmalıdır. Bu anlamda en büyük görev tribün hiyerarşisi içerisinde yukarılarda bulunanlara düşmektedir. Tribün içerisindeki tüm dinamikler dikkate alınmalı, problemler objektif olarak dinlenmeli ve aradaki dengeler sağlanmalıdır. Bir tarafı memnun ederken diğer taraf hor görülmemelidir. Şimdiye kadar yapılan "fikir toplantıları" gibi söylenenler 2 gün sonra unutulmamalı ve köklü değişikliklerle kaybedilen kardeşlik ortamı tekrardan kurulmalıdır.

Tüm bunların neticesinde Galatasaray tribünlerinin önlenemez yükselişi, inşa edilen kardeşlik ortamı ve tüm tribün dinamiklerinin omuz omuza bir tribünde olmasıyla birlikte tekrardan başlayacaktır.


15 Nisan 2012 Pazar

Galatasaray Tribünü üzerine bir özet


Şimdi dönüp geçmişe bakınca,90’lı yılların ortasında belki de ülkenin en iyi tribünü Galatasaray tribünleriydi. Şöhreti ülke sınırlarını aşmış Avrupalıların “Cehennem” ismini verdiği ve bu ismi sonuna kadar hak eden bir atmosfer yaratılmıştı Ali Sami Yen tribünlerinde. Kapalı tribünde daha kombine denen illet yokken, saatler öncesinden Kapalının ortasından yer kapmak için kuyruğa girildiği, neredeyse bütün kapalının susmadan bağırdığı zamanlardı… Tribünün her yerinden bestelerin yükseldiği, sahada ne olup bittiğini gören, anlık tepkiler veren, maç çeviren maç alan bir tribün vardı…

Önce kombine geldi, Kapalının yarısını aldı götürdü, daha sonra, tribünün bel kemiği olan semtler, arkadaş grupları tribüne küstü/küstürüldü, kalan semtler birbirine düşman oldu, o yıllarda çok övündüğümüz abi-kardeş ortamı bozuldu, sevgi yerini nefrete bıraktı. Kombine ile birlikte gerileyen tribünlere nefes aldıran Kadıköylü Aslanlar ortaya çıktı, bandosuyla, tek tip parçalı formalarıyla tribüne renk ve heyecan getirdiler ama…  Ama’sını hepiniz biliyorsunuz, başlarına neler geldiğini, tribünden nasıl arkalarına teneke bağlanarak uzaklaştırıldıklarını…

En uzak deplasmanlara dahi +10 otobüs gidilirdi bir zamanlar; yeni yeni deplasmana gitmeye başlayan maksimum 3 otobüste kendine yer bulmaya çalışan genç kardeşlerimize garip geliyordur bu rakamlar.
Fatih Terim ile başlayan ve 2000’de UEFA kupasına uzanan Galatasaray’ın altın döneminde tribünler takımın başarısına ters orantılı olarak sürekli aşağıya doğru gitti. Artan bilet ve kombine fiyatları, Galatasaray’ın bir moda akımı gibi tüm ülkeyi sarması maça gelen kitlenin yapısında büyük bir değişiklik olmasına neden oldu. Derken 2001’de ultrAslan ortaya çıktı. Taksim Ceylan Otel’de yapılan toplantıyla birlikte, her geçen gün eriyen Galatasaray tribünlerinin üstüne adeta bir güneş gibi doğdu ultrAslan. Rahmetli Alpaslan Dikmen’in koordinatörlüğünde “Tayfa” ile diğer Galatasaray tribüncüleri ortak bir noktada buluştu “Her Galatasaraylı ultrAslan’dır”  mottosuyla herkesi kucaklamak amacındaydı ve öyle de oldu. Yayınladığı manifestosuyla “ultras” akımını Türk tribünleriyle tanıştırdı ultrAslan. Maçlara gelen gelmeyen tüm taraftarlar ultrAslan için, Galatasaray için bir şeyler yapabilmek için adeta çıldırıyorlardı.

ultrAslan isminin altında “Yürüyedur” grubu Kapalıda öne çıkmış, ultrAslan Üni ile üniversitelere girilmiş, pırıl pırıl gençler Galatasaray tribünlerine kazandırılmıştı. Öyle ki Üni, kurucu ekibinin büyük gayretiyle Eski Açığa geçip, yıllardır bomboş olan, Yeni Açık biletleri bitince insanların istemeye istemeye gittiği bu tribünü canlandırmış, biletleri ilk biten tribün haline getirmişti. Eski Açık birçok maçta sazı eline alıp Kapalı ile yarışır hale gelmişti.

İstanbul içi deplasmanlarda dahi kendine ayrılan yeri dolduramayan, Ali Sami Yen’de deplasman taraftarı karşısında ezilen tribünlerimiz için yeniden var olma savaşı başlamıştı. İnanılmaz bir sinerji oluşmuştu,  Kadıköy’de 4-4 biten kupa maçına toplu gidiş, 2500 kişilik deplasman tribününde salkım saçak belki de 5000 kişi, ASY’de ki Deportivo ve Milan maçları derken rüzgarı arkasına almış, ayağa kalkmış bir Galatasaray tribünü ortaya çıkmıştı.


 Derken 2002’de tüm ülkede organize şekilde deplasmana gidilmesi yasaklandı. Bu yasağa çok sert tepki koydu ultrAslan, hatta bütün ülkede bu yasağa direnen tek tribün oldu diyebiliriz. Sezonun açılış maçında Bursasporlu taraftarlar Eski Açığa alındı, Basketbol’da “Alagaş baskını” yapıldı, 6 Kasım 2002’de organize olarak Fenerbahçe stadın da Telsim tribününden binlerce bilet alındı ve Numaralı tribünde zorla deplasman tribünü açtırdı ancak bu maçta yaşanan olaylar ve sonrasında Emniyetin 



tribün gruplarını bitirmek adına giriştiği gözaltı operasyonları gerek ultrAslan’a gerekse de diğer İstanbul tribünlerine büyük darbe vurdu. Yukarıda bahsettiğimiz “diğer Galatasaray tribüncüleri” bu operasyon sonucunda tribünlerden uzaklaşmak zorunda kaldılar ve Galatasaray tribünleri yeniden duraklama ve gerileme dönemine girdi.

Rahmetli Özhan Canaydın zamanında 1 senelik Olimpiyat sürgünü Yürüyedur’un imzasını taşıyan koreografilere rağmen acı bir deneyim oldu tribünlerimiz adına.

 Alpaslan Dikmen’in yoğun çabalarıyla tüm Türkiye’de hatta Avrupa’da müthiş bir yapı ortaya çıkmıştı. Yeni alt gruplar ve Üni, ultrAslan’ı ayakta tutuyor derken Yürüyedur, Tayfa ile fikir ve eylem ayrılığına düştü ve Fatih Akyel olayı patladı Akçaabat Sebat maçında, Yürüyedur’un tribünden uzaklaştırması adına bardağı taşıran son damla oldu bu olay. Bu dönemde ortaya çıkan yeni alt gruplar ve Üni tribünün yükünü çekmeye başlamıştı, Alpaslan Dikmen’in yoğun çabalarına rağmen Galatasaray tribünlerinde sevgisizlik tekrardan baş göstermeye başlıyordu. Deplasman yolculuklarına semtten olmayanların alınmaması, en yakın deplasmanlara dahi 2-3 otobüsten fazla gidilememesi, Hagi gibi bir efsaneye yapılanlar  ultrAslan’ı paraşütsüz düşüşe geçirdi. ultrAslan olmak için çırpınan insanlar ultrAslan’dan nefret eder hale geldi.

ultrAslan Üni kurucuları ve alt grupların tüm iyi niyetli çabaları, yaptıkları koreografiler, kalbi durmuş hastaya elektro şok yapsa da 27 Eylül 2008 günü Alpaslan Dikmen’in aramızdan ayrılmasıyla birlikte ultrAslan’da bitkisel hayata girdi. Alpaslan Dikmen o kadar çok şey yapıyordu ki yerine gelen kimse onun boşluğunu dolduramadı. Alt grupları ultrAslan’a bağlayan bu köprü yıkılınca, pankartlardaki imza dayatması deplasmana ayrı gitmeyin baskısı bu Galatasaray sevdalısı kişileri bıktırdı ve kendilerini fesh ettiler.
Kurulduğu yıllarda gıpta ile bakılan, bütün stadın “oley ultrAslan” sesleriyle inlediği günlerin çok uzağında bir ultrAslan ile karşı karşıyayız.

Deplasman yasağına tek başına direnen bir tribünden, Bugün deplasman yasağına hiç tepki vermeyen, işin kolayına kaçmayı tercih edip Florya’dan takım uğurlayan, sayfasında hala duran “ultras” manifestosuna ihanet eden, bu manifestoyu “endüstriyel futbol düzenine uygun bir şekilde yenilemek” gerektiğini düşünen ve tabandan gelen sese kulak tıkayan Genel Koordinatörüyle, emniyet ile içli dışlı, yayınladığı bildiriyle taraftarlarını darp eden polise teşekkür eden bir yapı var.

Düzelir mi, yeniden ayağa kalkar mı? Bilinmez…

14 Nisan 2012 Cumartesi

Affet Bizi Ali Sami Bey...

Tarih 12 Eylül 2009... "12 Eylül" tarihinin lanetinden midir bilinmez, Galatasaray taraftarının nutkunun tutulduğu, belki de ilk defa çaresiz kaldığı o tarih. Yer Ali Sami Yen Stadı, rakip Beşiktaş. Atmosferi her derbiden daha da düşük geçen maçın 2-0'a gelmesiyle birlikte  Beşiktaş tribünlerinden kopan "O....ç.... Ali Sami Yen" tezahüratıyla irkiliyoruz. Yuhalamaktan, ıslıklamaktan başka çaremiz yok. Dakikalarca bütün tribün ettikleri bu küfrün herhangi bir karşılığı yok çünkü bizim tribünümüzde. Biz de onların "kutsalına" küfretmek yerine, bu anı hafızamıza kazımayı tercih ediyoruz. Elbet hesap günü gelir diyerek...

Şimdi ise o küfrü savuranların, bizim çıktığımız sete çıkması, bizim bağırdığımız tribünde yine o küfrü savurması söz konusu. Tüm bu olasılıklara bir de Ali Sami Yen stadından çıktığımız o günden beri  Ali Sami Yen Spor Kompleksine karşı bünyelerde henüz oluşmayan aidiyet duygusunun akıbetini de eklersek Galatasaray tribünlerinin ve taraftarının bu habere gösterdiği refleksin doğru olduğunu anlıyoruz. Adnan Öztürk'ün açıklamaları ve taraftarın gösterdiği refleks neticesinde yaşadığımız rahatlama, Önce İrfan Aktar'ın, Ardından da ultrAslan Genel Koordinatörü Oğuz Altay'ın açıklamalarıyla birlikte yerini endişeye bırakmıştır. Beşiktaş-Arena denklemine karşı topyekün bir karşı çıkış içinde olan Galatasaray taraftarları bu iki beyanat ile birlikte büyük bir hayal kırıklığı yaşamaktadırlar. İrfan Aktar'ın "Beşiktaş 100 yıllık dostumuz, taraftar buna karışamaz" beyanatıyla yaptığı ortaya, Oğuz Altay "Kulübümüzü ve Beşiktaş'ı yönetenler böyle bir taleple gelirlerse anlayışla karşılamak lazım" beyanatıyla kafayı vurmuş ve topu Galatasaray taraftarının ağlarına göndermiştir.

Sevgili Oğuz Altay ve İrfan Aktar'ın pozisyonları gereği kendilerine duydukları öz güven neticesinde temsil ettiklerini zannettikleri topluluklar adına yaptıkları bu konuşmalar yersiz ve talihsizdir. Unutulmamalıdır ki Milyonlarca Galatasaray taraftarının ortak bilinci, her zaman Galatasaray'ın çıkarlarını gözetir. Bu bilinç Galatasaray camiasının sahip olduğu en büyük değerdir.

13 Nisan 2012 Cuma

İmzanın imzası!


Aslında çok da fazla yorum yapmaya gerek yok. İki resim, Galatasaray tribünlerinde problemin ne olduğunun çok net özeti. İstisnasız yapılan her pankart için uygulanan ultrAslan imza dayatmasından Galatasaray ve hatta ultrAslan pankartı da nasibini almış. ultrAslan'ın altında ultrAslan imzası, imzanın imzası!

12 Nisan 2012 Perşembe

Anlayamadık İrfan Aktar?

Sadece Galatasaray tribünleri özelinde değil, tüm Türkiye ve hatta dünya genelinde, taraftarlar "oyun" için ne kadar önemli olduklarının farkında değiller. Ve bunun neticesinde tüm söz hakları ellerinden alınmış, sadece alışverişini yapan, kombinesini alan ve koşulsuz biat eden kitleler haline dönüştürülmüş durumdalar. İrfan Aktar tüm bunlardan güç almış olacak ki, BJK'nin Arena'da oynayıp oynamama meselesinde "taraftar bu duruma karışamaz" buyurmuş. Fakat yeri geldiğinde Galatasaray tribünlerinin, tüm o sindirilmiş futbol kitlelerinden ne kadar sıyrılabileceğini, Ali Sami Yen Spor Kompleksinin açılışında, bu ülkenin başbakanı dahil herkes gördü.

Bizi direkt olarak ilgilendiren böylesi bir mevzuda bizim fikirlerimizi görmezden gelemezsiniz. Siz ne kadar Galatasaray'ı sevip, kolluyorsanız, fikirlerine değer vermediğiniz taraftarlarda en az o kadar sevip, kolluyorlardır.

Barış hemen şimdi!

Grupların da kendini fesih etmesiyle birlikte Galatasaray tribünlerinde ki "mental" ayrılığa, fesih süreciyle birlikte "fiziki" bir ayrılıkta eklenmiş oldu. Tribünün bekası, gücü-kuvveti için hep birlikte omuz omuza olması gerekenler, çeşitli dayatmalar, tribün içerisindeki arkadaşlık ortamının kaybolması ve deyim yerindeyse insanların birbirini fişeklemesi neticesinde şu anda birbirlerine en çok ihtiyaç duydukları zamanlarda birbirlerinden uzaktalar. Hem mental hem de fiziki olarak. Tüm bu ayrılıkların diyetini, Galatasaray tribünleri gerçek gücünün yarısını bile kullanamamakla ödüyor şimdilerde. En son Fenerbahçe ile oynanan Kadın Basket Final 8 maçında yaşananlar, Fenerbahçe tribünleri ile aramızda son yıllarda belkide ilk defa oluşan nicelik ve nitelik farkı bunun en açık ispatı oldu aslında. Galatasaray tribünlerinin küskünler ordusunun büyük bir kısmı bu maça gelmedi. Gelenler de kıyıda köşede izledi maçı. Neticede günler öncesinden tüm tribün gruplarına ve hatta eski tribüncülerine kadar çağrılarda bulunan ve bu kitleyi toparlayıp bir arada tutabilecek barış ortamına sahip Fenerbahçe tribünleri, böyle yüksek potansiyelli tribünlerde nasıl örgütlenilmesi gerektiğinin dersini bize uygulamalı olarak verdi.

Çok ufak bir azınlık haricinde herkes bu durumdan son derece rahatsız. 2000'li yılların başından itibaren yaptığı her hareketle öncülüğünü kabul ettiren, "ultras" felsefesinin tek uygulayıcısı olan Galatasaray tribünleri, bugün diğer tribünlere gıpta ile bakıyorsa hemen şimdi şapkasını önüne koyup "biz hatayı nerede yaptık" diye düşünmelidir. Daha önceki tüm "şapkayı önüne koyma" eylemlerinde taviz veren taraf, "söz konusu Galatasaray'sa gerisi teferruattır." diyen taraf aynı kişilerdi. Süreç bize şunu gösterdi ki, bir tribün barışı olacaksa bu kesinlikle kutuplaşmış Galatasaray tribünlerindeki iki kutbunda tavizleri ve anlayışları ile olacaktır.

İnanın Galatasaray buna değer.

Merhaba

Bizim de söyleyeceklerimiz var diyerek bir blog açalım dedik. Herkese selamlar, umarım kalıcı ve faydalı olur.